Kaplıca tedavisinde günümüzde tam bir bilinçsizlik örneği gözlenmektedir.Bilinçsiz
ilaç kullanımının henüz önlenemediği ülkemizde ki yılda 100 milyar
liraya yakın ilaç tüketilmektedir.Kaplıca tedavisinden şifa
arayanlar,suyun özelliğini bilmeden,bir hastalığına iyi gelecek
diye,kendinde varolan bir başka hastalığa aldırış etmeden kaplıcaya
gitmektedir. Örneğin;romatizmal bir hastalıktan şikayetçi olanlar,kalp
veya damar hastalığını ikinci plana itip kaplıcadan yararlanma yolunu
aramaktadır.Bu durum hasta üzerinde sonu iyi olmayan tablolar ortaya
çıkarmaktadır.
O
nedenle halk,asırlar boyunca edindiği bazen iyi,bazen kötü sonuç veren
tecrübelerden kurtulmalıdır.Ayrıca kaplıcadan bir başkasının tavsiyesi
ile sonuç beklenmemelidir.Bütün gelişmiş ülkelerde bir asıra yakın
süreden beri kaplıca tedavileri ilmi araştırmaların süzgecinden
geçirilmekte.Maden sularının tedavi edici özellikleri hastalık
çeşitlerine göre bilimsel rakam ve ölçülerle ortaya konmaktadır.
Bugün
kaplıca tedavisiyle uğraşan bilim adamları ''En iyi maden suyu veya en
iyi kaplıca yoktur.Belirli hastalıklara uygun kaplıca vardır.'' tezini
savunarak, kaplıcalara bilinçsiz yönelişi önlemeye çalışmaktadır.
Örneğin;kanlarında kolestorin adı verilen bir kısım yağın yüksek olduğu
hastalarda kaplıca kürü,kolestorini düşürücü bir etki
gösterirken,kolestorini düşük olan hastalarda aynı kür tehlikeli bir
yüksekliğe ulaştırmaktadır.Yani kaplıca tedavisi çoğu zaman insan
bünyesine göre değişen farklı etkiler gösterebilmektedir.Ortam
değiştirirken yeni ortama uyum sağlanması insandan insana değişmektedir.
Kimisi yeni ortama hemen uyum sağlar,kimisi hiç alışamaz.İşte kaplıca
kürü de böylesine yeni bir ortamdır.O nedenle kaplıca tedavisinin
hastaya iyi gelip gelmeyeceği,konunun uzmanı bir doktorun kararıyla
belirlenmelidir. Doktor,banyoda olması gereken sıcaklık derecesini,kalma
süresini,kaç banyo alınması gerektiğini tespit ederek,hastasına
tavsiyelerde bulunacaktır.
Kaplıca
kürlerinde halk arasında yaygın olan yanlış inançlar vardır.Bunlar bu
konudaki bilinçsizliğe iyi bir örnek oluşturmaktadır.Örneğin;su ne kadar
sıcaksa o kadar şifalı
olacağı kabul edilmektedir.Ya da banyo içinde ne kadar ne kadar uzun
süre kalınırsa,o kadar çok yarar sağlanacağı sanılır.Bunlar son derece
hatalı bilgilerdir.İçme kürlerinde de durum aynıdır. Özellikle mide,
bağırsak, karaciğer, safrakesesi ve böbrek hastalarının içmelere çok sık
gittikleri gözlenmektedir.Bu hastalar kısa sürede iyileşmeyi sık olarak
bu sudan içmeye bağlarlar.Karaciğer ve safrakesesi tembel olan bir
hastada aynı zamanda bir kalp kifayetsizliği bulunabilir.Ancak
kaplıcadakii sudan ''at dozu'' denilen aşırı miktarda içtiği takdirde,bu
hastada bir kalp krizi tablosu ile karşılaşmak mümkündür.
Kaplıcaya
gitmeden önce neden bir uzman doktora görünmeli?Örneğin;Omuz ağrısından
şikayet eden ve doktora danışmadan kaplıcaya giden üç hasta
düşünelim.Ağrının nedeni olarak birinde romatizma,ikincisinde iltihap,
üçüncüsünde ise kalp yetersizliğinin omuza vuran ağrısı olsun.Aynı yerde
ve aynı şekilde kaplıcadan yararlanmak isteyen bu üç hastadan
romatizmalı olanın ağrıları geçecek,ikinci hastanın ağrıları artacak
omuzu şişecek,üçüncü hastanın ise hayatı tehlikeye girecektir.
O halde hangi hastalıkların hangi devresinde kaplıcaya gidilir sorusunun cevabını aramak gereklidir.
Kaplıcalara genellikle romatizmal hastalıklardan ve ağrılardan şikayetçi olanların rağbet ettiği gözlenmektedir.
Bunun yanında mide,bağırsak,safra kesesi,böbrek,cilt,kadın hastalıkları,solunum sistemi hastalıkları,kısırlık,kalp ve damar,sinir sistemi beslenme bozuklukları ve şeker hastalıkları kaplıca tedavisinde olumlu tablolar ortaya çıkarmaktadır.
Ancak bu hastalıklarda kaplıca tedavisinin tıbbi uygulanış şekilleri farklılıklar göstermektedir.Kaplıca kürleri başlıca su banyosu,buhar banyosu,çamur banyosu,içme ve özel tatbikler şeklinde yapılmaktadır.
Kaplıcalarda su banyoları 35 derece ile 38 derece arasında,yani vücut hararetindeki maden suları ile gerçekleştirilmelidir.Banyo küvetine veya havuza doldurulan suyun içine tüm vücudun sokulması ile alınan banyoya ''tam banyo'',yarı beline kadar girilen suda alınan banyoya ''yarım banyo'' denir. Suyun duş şekline uygulanması da mümkündür. Buhar banyoları ise tavandan püskürtülen ya da tabandan çıkan su buharları ile yapılır. Aynı zamanda kürler sırasında ''inhalasyon kürleri'' ile de maden sularındaki şifa veren gazların teneffüsü sağlanmış olur. Böylece deri ve solunum yollarından bol miktarda mineralin vücuda girmesi mümkün olur.
İçme Kürleri:Burada su doğrudan vücuda alınmaktadır.Bu nedenle içilen suyun terkibinin bilinmesi çok öenmlidir.İçilecek suyun miktarı,kimyasal yapısı hastanın durumunu gözönüne alan hekim tarafından tavsiye edilmelidir.
Çamur Kürleri:Vücudun belirli bir bölümüne yada tamamına sürülerek gerçekleştirilir. Çamur tatbikleri 45-55 derecedeki çamurla yapılır.Böylece çamurun içindeki kimyasal maddelerin cilt yoluyla vücuda alınması sağlanmış olur.
Genelde maden suyu adı verilen bazıları içinde taşıdığı özellikleri nedeniyle içilerek,bazıları havuzlarda biriktirilip içine girilerek şifa dağıtan bu suları açıklayalım.Yerin çeşitli derinlikleri ve katmanları arasından yüzeye doğru dolaşarak gelen ve geçtiği yerlerin özelliklerini alan bu nedenle de bileşiminde maden tuzlarını,bir takım gazları bulunduran,değişik sıcaklıktaki sular "maden suları" adı verilen "Şifalı sular"dır.Aslında yeryüzüne çıkan her kaynağın içinde dilimizle hissedemeyeceğimiz miktarlarda madensel tuzlar bulunmaktadır.O nedenle bir suya maden suyu denilebilmesi için bileşiminde bazı şartları taşıması gerekmektedir.
Bu şartlar;
- Sıcaklığın 20 dereceden fazla olması
- Bir litresinde en az bir gram veya daha fazla madensel tuz bulundurması
- Karbondioksit,kükürtlü hidrojen gibi gazları belli bir değerin üzerinde bileşiminde oluşturması veya radyoaktif gazları (Radon-Toron) kabul edilen değerin üzerinde taşıması.
Yani bir maden suyu bu üç kıstastan birine mutlaka uymalıdır.Yurdumuzdaki maden sularının çoğu bu üç özelliği birden taşımaktadır.Maden suları halk arasında kaplıca,girme,çermik,ılıca diye adlandırılan sıcak maden suları yada içmeye,ekşisu,acısu adıyla anılan soğuk maden suları (şifalı sular)olarak bilinmektedir. Uyuz,gazlı,kokarca,karbonatlı,karıkoca,katranlı,güzellik suyu,göz suyu,yılan dirilten,kükürtlü,çelikli,Tekekokar,gelin,demirli,kelalan,kurşunlu,huy kesen gibi şifa verdiği hastalıklara göre de adlandırılıp sınıflandırılmıştır.
Maden sularını yeryüzüne doğru hareketleri sırasında taşıdıkları çeşitli madensel tuzların miktarı da şaşırtacak ölçüdedir.Örneğin;Bursa'daki madensel suların 24 saatte 10 ton civarında çeşitli minarelleri taşıdığını söylemek,bu konuda yeterli bir fikir verebilmektedir.
İnsanın yaşadığı fiziki çevre ile sıkı sıkıya bir ilişkisi vardır.Sadece insan değil,her canlı organizma varlığını,bu fiziksel çevredeki dengeyle sürdürebilmektedir.İnsan ve dolayısıyla canlı organizmalar fiziksel çevreden sağladıkları enerji ile çalışan motorlara benzetilebilir.
Canlılar fiziksel çevreden direkt veya endirekt yolla enerji sağlarlar.İnsanın gereksinimi olan fiziksel çevrenin enerji kaynakları güneş,hava,su ve topraktan oluşmaktadır.Aristo bile bu dört temel unsurun birbirlerinin tamamlayıcısı olduğunu,güneşsiz havanın,susuz toprağın ve de bunlardan birinin olmaması halinde de canlıların varolmayacağını söylemiştir.Örneğin güneş ışınlarını toprak emip yansıtmazsa havada ısınma veya soğuma olmayacaktır.Toprak ve havada devamlı sirküle eden su güneş ışınlarını etkilemezse,havada da ısı dağılımı gibi bir düzen kurulamayacaktır.
Fiziksel çevrenin bu dört unsurundan suyun insan yaşamında ayrı ve önemli bir yeri vardır.İnsanoğlu suyun yaşamındaki önemini su hayattır diyerek,kısa ve öz bir biçimde tanımlamıştır.Suyun insan sağlığını da olumlu yönde etkilediği,ilaçla tedavi esasları ortaya konmadan asırlarca önce anlaşılmıştır.Her şeyin başı sağlık diyen ve ömrünü sağlıklı bir şekilde sürdürmek isteyen insan,milattan önce 2000'li yıllarda çeşitli hastalıklarda devayı tabiattaki otların ve bitkilerin yanı sıra şifalı sularda da bulmuştur.
Bu şifalı sular insanoğluna hastalıklarına sadece deva unsuru olarak kalmamış,zindelik ve de güzellik iksiri olmuştur.Tarih sayfaları arasında bazı insan topluluklarının suyu kutsallaştırdıklarına hatta ona taptıklarına da rastlanmaktadır.Nitekim milattan önceki yıllarda göç eden kavimlerin özellikle sıcak madensularının civarına yerleştikleri,bunu bir gelenek haline getirdikleri,arkeolojik kazılardan da anlaşılmaktadır.Bu kazılarda ortaya çıkarılan özel banyolar,hamamlar,insanoğlunun şifayı suda aradığının bir kanıtı olmaktadır.Öyleyse halk dilinde kısaca kaplıca olarak tanımlanan şifalı suların,insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri asırlar önceden keşfedilerek bugüne kadar gelmiştir.